Çavdarhisar-Aizanoi

Frigya… Kral Midas’ın ülkesi…
Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar, Seyitgazi dörtgeninde yer alan Frigya pek bilinmez, o yüzden de görenleri çok şaşırtır. Özellikle de Midas Anıtı, yani “Yazılıkaya”…
Frigler M.Ö. 1200’lü yıllarda, Trakya’dan Anadolu’ya gelmişler. Bu bölgede göçebe olarak yaşamışlar. M.Ö. 750’li yıllarda güçlü bir krallık kurmuşlar.
Üzerinde yaşadığımız toprakların eski sahiplerini ve onların mirasını şöyle anlaşılır bir dille anlatan sevimli tarih kitaplarımız olmadı hiç… Onun için de gezginlerin düşlerini süsleyen Anadolu uygarlıklarını merak etmedik. Sanki uzaylılar kurmuş, sonra da çekip gitmişler gibi…
Neden korkar bazıları, temeli sağlam atılmış insandan? Neden Anadolu’nun Türklerden önceki ve İslamiyet öncesi dönemini yok sayar? Mitolojinin gizemli çekiciliğinden, hayal gücünü kışkırtmasından mı çekinir? Sorgulayan, araştıran kafalardan yaratıcı fikirler çıkar… Ondan mı korkar?
Frig Vadisi’ni daha önce üç kez gezmiştik. SAGÜSAD’la gezdik bu kez de. “Ah güzel vatanım!” dedim, bıkmam gelirim yine!.. Yazılıkaya’yı gündoğumunda fotoğraflayabilmek için Adapazarı’ndan geceyarısı çıktık yola. Onu, sabahın ilk ışıkları aydınlatmaya başladığında görmek için, aşama aşama…
Türkiye hakkında “Turkish Delights/ Türk Lokumu” adında bir kitap yazan Lady Allen, Türkiye’nin en etkileyici üç eserinden biridir, demiş. Gerçekten de “Yoksa düş mü görüyorum?” duygusu veriyor insana. Bir insan eseri olmasından duyduğunuz sevinçle koltuklarınız kabarıyor.
Kayadan oyulmuş, 20 metre yüksekliğinde bir anıt… Üçgen alınlıklı, geometrik biçimlerle süslenmiş, henüz gizemini koruyan Frigce yazıtlar… Zamanında içinde Kybele heykelinin durduğu 4X5 m. büyüklüğünde bir de niş…
1999’un Mayıs’ıydı. Eşimin “Anadolu Uygarlıkları” konulu takvim çalışması nedeniyle gitmiştik. Anıtın, günün hangi saatinde güzel görüntü vereceği Hüsnü (Gürsel) Hoca’ya sorulup öğrenilmişti.
Orada Veysel Gündoğdu ile tanıştık. Kalpağı vardı başında. Yazılıkaya’nın bekçisiydi… 1935’te o bölgeye Kafkasya’dan göçle gelen Karaçaylılar yerleştirilmişti. Veysel de onlardandı işte. Gençti. Bize rehberlik ve modellik de yaptı. Takvimin Frig Vadisi-Yazılıkaya sayfasında, elinde akordeonu başında kalpağıyla yer aldı.
Ailelerinden buraya gelmeyip Kuzey Amerika’ya göç edenler olmuş. Bizim New Jersey’de yakın akrabalarımız var diye anlatmıştı o zaman…
Frigler volkanik tüflerden oluşan kayaları oyarak mezar odaları yapmışlar. Kaya mezarları yörede öyle çok ki. Bunlardan birinin adı “Kırkgöz”, mesela… Delik deşik görüntüsünden dolayı…
Bu doğal oluşumları işleyerek savunma, barınma amaçlı kullandıkları kaleleri yapmışlar. Pek çok kale var. Adları da pek hoş: Pişmiş Kale, Kocabaş Kale, Doğanlı Kale, Deveboynu Kale…
Veysel bizi çok güzel gezdirmişti. Yürüyerek dağ taş dolaşmıştık. Şu sunak, şu anıt, bu Hitit kabartması diyerek tek tek göstermişti. Yerin altına doğru uzanan çok basamaklı merdivenler sarnıçlara iniyordu.
Bazı yerler uzaktı, oralara da arabayla gitmiştik.
Bir de “Küçük Yazılıkaya” vardı. Yarım kalmış, bitmemiş bu anıt nedense… Friglerin anıt yapım tekniği hakkında bilgi vermesi bakımından iyi de olmuş: Kayanın üst kısmını kesip düzletiyorlar önce. Kayayı işlemeye de yukarıdan başlıyorlar. Platform olarak yine kayayı kullanıyorlar. İşlendikçe platform aşağı iniyor ve sonunda bitiyor anıt…
Bu gidişimizi haber verdik Veysel’e. Böyle böyle, otuz kişi geliyoruz diye… Bizi karşıladı, çay demledi. Evlenmiş, çocuğu olmuş… Muhtar olmuş köye. Ama yine Yazılıkaya ondan soruluyor!
Frigya’da görülecek yerler kaldı yine de… Ertesi gün, Afyon… Öyle çok görülecek yer var ki Afyon’da. Ziyaretçi rekorları kıran Sultan Dîvanî Mevlevîhane Müzesi’ni gezdik. Müze müdürü Lokman Derya Solmaz’ı dinlerken bu başarıda onun büyük payı olmalı diye düşündüm. Ziyaretçilere bilgi vermeyi; Mevleviliği, derinine inerek, ancak bilimsel bir üslubu yeğleyerek anlatmayı zevkli bir uğraş olarak üstlenmiş.
Afyon’un tarihi yapıları, evleri, konakları restorasyonlarla yeniden hayat bulmuş. Köhnelikten kurtulmuş. Birkaçımız, zaman sınırlı olduğundan neşeli bir sokak düğününü feda edip Afyonkarahisar Müzesi’ne gittik. Bu sayede İstanbul Kültür Başkenti 2010 programına da alınan bir sergiden haberimiz oldu. Müze bahçesinde kurulmuş dev çadırın ne olduğunu sorduk. Müze yetkilisi, yabancı arkeologların çalışma yaptığını, orayı göremeyeceğimizi söyledi. Çalışmanın konusu hakkında bilgi veremedi. Özgen Acar’ın çerçevelenip duvara asılmış gazete yazısından öğrendik ancak. Günümüzden 2500 yıl öncesine ait ahşap mezar odasının duvarlarını kaplayan renkli resimlerle bezenmiş kalaslar onarılarak sergiye hazırlanıyormuş burada…
http://www.haberdukkani.com/detay.php?id=10505
Kaçak kazılarda yerinden sökülüp yurtdışına kaçırılmış ahşap parçaların elde kalan bölümü müzenin tavan arasında kırk yıl beklemiş. Ta ki dikkatli bir bilim insanının Almanya’daki Bavyera Müzesi depolarında gördüğü parçalarla bağlantıyı kurmasına ve Bavyera Müzesi’nin gönüllü olarak kalasları Münih Başkonsolosluğumuza teslim edişine kadar…
Konuyla ilgili haber şöyle:
“Pers Krallarının ikamet ettiği Kelainai (Afyonkarahisar) kenti yakınlarında MÖ. 5. yüzyılda yapılmış olan Tatarlı tümülüsü, ahşap mezar odasında bulunan renkli resimlerle bezenmiş frizler nedeniyle, Türkiye´deki kültür mirasının en değerli eserleri arasında yer alır. Frizler, bugün tamamen kaybolmuş olan antik çağ ahşap resim sanatının yegâne örneğidir.
(…)Yurtdışına kaçırılan bütün friz parçalarının geri getirilmesini de kapsayan ve Almanya Federal Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın desteklediği restorasyon projesiyle, yalnızca bu eşsiz eserler bilime kazandırılmıyor, iki ülke arasındaki karşılıklı dostluk çerçevesinde geliştirilen işbirliği sayesinde, tarihi eser kaçakçılığına karşı uluslararası alanda sürdürülen mücadeleye de barışçıl bir örnek ve önemli bir katkı sağlanmış oluyor.”
Savaş, tören ve efsane sahnelerinin ahşap üzerine renkli şekilde resmedildiği bu eşsiz mezar odasını ayağa kaldırmak için özverili bir çalışma gerekiyordu: Çürüyen bölümlerin onarılıp güçlendirilmesi, resimlerin üzerindeki boyaların koruma ve bütünleme çalışmaları… Frizlerin günümüze kadar ulaşmaları, ahşabın doğa koşullarına dayanıksızlığı nedeniyle bilim dünyasında mucize olarak görülüyor. Bu mucizeyi tamamına erdiren değerli bilim insanlarının heyecanı çok büyük olmalı…18 Haziran – 26 Eylül 2010 tarihleri arasında İstanbul Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’nde, “Tatarlı – Renklerin Dönüşü” sergisini ziyaret ederek bu heyecanı paylaşmaya ne dersiniz?